23 yıldır sanat camiasında başarılı yolculuğuna devam eden Dirimart’ın Kurucusu ve Başkanı Hazer Özil ile Türkiye’de galericilik, dünya sanatında Türk sanatçılarının konumu, koleksiyonerlik gibi kavramları konuştuk.
Röportaj: Gülşen Işık
Sayın Hazer Özil, sanat dünyasına yönelmenizin arkasında nasıl bir hikaye var? Sizi galericilik alanına taşıyan o ilk motivasyon neydi? Dirimart’ı kurduğunuz 2002 yılı, Türkiye’de çağdaş sanat ortamı açısından nasıl bir döneme denk geliyordu? O yıllarda sizi en çok motive eden ve en çok zorlayan unsurlar nelerdi?
Galericilik benim için yalnızca bir meslek değil, sanatı paylaşmanın, çoğaltmanın, doğru bağlamda görünür kılmanın bir yolu oldu.
2002’de Dirimart’ı kurduğumuzda Türkiye’de çağdaş sanat ortamı bugünkü kadar gelişmiş değildi. Elbette değerli galeriler ve sanatçılar vardı ama uluslararası ölçekte görünürlük sınırlıydı, üretim ve sergileme olanakları da bugüne kıyasla oldukça kısıtlıydı. Biz o dönemde Dirimart’ı, hem Türkiye’de çağdaş sanatın gelişimine katkı sağlayacak hem de yerel sanatçıları uluslararası alanda temsil edecek bir platform olarak hayal ettik.
En büyük motivasyonum, sanatçıların üretimlerine güvenmek ve bu üretimleri doğru biçimde konumlandırmak oldu. En büyük zorluk ise, çağdaş sanata dair algının hâlâ oldukça sınırlı olduğu bir dönemde, bu alanın potansiyelini anlatmaktı. Ancak inandığımız şey şuydu: Türkiye’nin çağdaş sanat ortamı, doğru adımlarla ve kararlılıkla ilerlerse, kısa sürede dünyayla diyalog kurabilecek bir dinamizme ulaşabilir. Bugün geriye dönüp baktığımda, o inancın bizi buraya taşıdığını görüyorum.

Dirimart’ın 23 yıllık yolculuğu, İstanbul’daki çağdaş sanat ekosisteminin dönüşümünü de yansıtıyor. Sizce bu süreçte en belirleyici dönüm noktaları nelerdi?
Gerçekten de Dirimart’ın hikâyesi, bir bakıma İstanbul’un çağdaş sanat serüveninin de hikâyesiyle paralel ilerledi. 2000’lerin başında Türkiye’de çağdaş sanat henüz çok dar bir çevrede konuşuluyordu. Koleksiyoner sayısı azdı, kurumlar sınırlıydı, uluslararası görünürlük neredeyse yoktu. O dönemden bugüne uzanan süreçte hem üretim biçimleri hem de izleyici alışkanlıkları büyük bir dönüşüm geçirdi.
Bizim için ilk önemli dönüm noktası, 2002’de Nişantaşı’ndaki ilk mekânımızı açmamızdı. Ardından 2016’da Dolapdere’ye taşınmamız hem fiziksel ölçekte hem de vizyon anlamında yeni bir sayfa açtı. Bu, sadece galeri için değil, bölge ve şehir için de dönüştürücü bir adımdı. Dolapdere’nin bugün İstanbul’un önemli sanat akslarından biri haline gelmesinde, o dönemde atılan bu cesur adımların etkisi büyük.
Bir diğer önemli kırılma, Türk sanatçıların uluslararası sergilere ve fuarlara düzenli olarak katılmaya başlamasıydı. Dirimart olarak biz de bu süreçte sanatçılarımızı yurt dışına taşıyabilmek, onları doğru platformlarda görünür kılmak için çok çaba harcadık. Bence bu 23 yılın en güzel yanı, sanatın artık sadece belli bir çevrenin değil, çok daha geniş bir izleyici kitlesinin ilgi alanına girmiş olması. Dirimart da bu dönüşümün içinde hem tanık hem de aktör olmayı sürdürdü.

Dirimart’ı kurarken yalnızca bir sergi alanı değil, düşünsel bir platform yaratmak istediğinizi söylemiştiniz. Bugün bu vizyon nasıl bir biçim aldı?
Evet, Dirimart’ı başından beri sadece sergilerin gerçekleştiği bir mekân olarak değil, sanat üzerine düşünmenin, tartışmanın, üretmenin mümkün olduğu bir alan olarak hayal ettik. Çünkü bir galeri, yalnızca sanatın sunulduğu bir alan değil; onun anlamını, etkisini ve izleyiciyle etkileşimini derinleştiren bir platformdur.
Bugün bu vizyon hem programımızın hem de galeri yapısının merkezinde yer alıyor. Dirimart, temsil ettiği sanatçıların pratiğini yalnızca görünür kılmakla kalmıyor; aynı zamanda bu üretimler etrafında bir tartışma zemini kurmayı amaçlıyor. Yayınlarımız, sanatçı söyleşileri, iş birlikleri ve küratöryel projeler, bu düşünsel boyutu derinleştiren unsurlar olarak öne çıkıyor.
Ayrıca İstanbul’un kültürel haritası içinde, farklı disiplinlerden üretimleri bir araya getiren, izleyiciyi sadece “izleyen” konumdan çıkarıp düşünmeye davet eden bir alan yaratmak istedik.
Bugün geriye dönüp baktığımda, Dirimart’ın bu anlamda yaşayan, sürekli dönüşen bir organizma gibi hareket ettiğini görüyorum. Bu da bana en baştaki vizyonun hâlâ geçerliliğini koruduğunu, hatta zamanla daha da derinleştiğini gösteriyor.

Galerinin programını “kavramsallık ve entelektüel titizlik” üzerine kuruyorsunuz. Bu iki kavram sizin için ne ifade ediyor?
Sanatla ilgili bir iş yapmak demek zengin bir mirasla ve tarihle iletişime geçmek diye düşünüyoruz. Bu sebeple galeri programının bu uğraşın getireceği sorumlulukların bilincinde olan bir kavramsallıkla ve entelektüel titizlikle hareket etmesini önemsiyoruz. Zaten işinizi bu şekilde yaptığınızda güncel meselelere cevaben oluşan sosyal duruşun bir parçası haline de geliyorsunuz.

Dolapdere, Pera ve Londra’daki farklı mekanlar galerinin uluslararası kimliğine nasıl katkı sağlıyor? İstanbul ve Londra arasında sanatın dili sizce nasıl farklılaşıyor?
Dolapdere, Dirimart’ın kalbi diyebilirim. Büyük ölçekli sergilere, deneysel projelere ve sanatçılarla uzun vadeli iş birliklerine olanak tanıyan geniş bir üretim alanı sunuyor. Pera’daki mekânımız ise daha tarihsel ve samimi bir bağlama sahip; bu nedenle orada çoğunlukla daha çok odaklı sergiler düzenliyoruz. Londra ise, galerinin uluslararası ölçekte nefes aldığı, farklı sanat çevreleriyle doğrudan temas kurduğu bir alan haline geliyor.
İstanbul ve Londra arasındaki farklara gelince… İstanbul’un sanat dili çok katmanlı; tarih, sosyopolitik dönüşümler ve kişisel anlatılar iç içe geçiyor. Burada sanat, çoğu zaman bir ifade biçimi olduğu kadar bir tanıklık da. Londra’da ise daha sistematik, kurumsal bir yapı var; eleştirel tartışmalar ve piyasa dinamikleri çok daha belirleyici.
Ancak her iki şehirde de ortak olan şey, sanatın hâlâ en güçlü iletişim biçimlerinden biri olması. Dirimart olarak biz, bu iki dili birbiriyle konuşturmaya, aralarındaki geçişleri mümkün kılmaya çalışıyoruz.

Siz yurtdışı sanat fuarlarına katılan en aktif galerilerden birisiniz. Türkiye’nin sanatsal konumunu yurtdışı galeriler ile karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz?
Yurtdışındaki galerilerle karşılaştırdığımda, en temel farkın sistematik yapı ve sürdürülebilirlik olduğunu söyleyebilirim. Avrupa ya da Amerika’daki galeriler, çok daha köklü bir sanat ekosistemi içinde faaliyet gösteriyorlar; müzeler, vakıflar, koleksiyonerler ve kamu destekleriyle çevrili bir ağdan besleniyorlar. Türkiye’de ise bu ağ henüz tam anlamıyla kurumsallaşmış değil ama çok daha dinamik, yenilikçi ve esnek bir yapıya sahibiz. Bu da aslında büyük bir avantaj. Dirimart olarak uluslararası fuarlara katılmak bizim için sadece bir görünürlük meselesi değil; aynı zamanda Türkiye’deki çağdaş sanat üretimini dünyaya anlatmanın bir yolu.
Türkiye’nin sanatsal konumunu artık “dışarıdan bakan” bir ülke olarak değil, küresel sanat sahnesinin aktif bir parçası olarak görmek gerekiyor. Bizim için en önemli mesele, bu diyaloğu sürdürmek ve bu üretimlerin sürekliliğini sağlamak.

Dirimart 23. yılını kutlarken hala “canlılık kazandırma” ve “mevcut modele meydan okuma” arzusunu koruyor. Bu sürekliliğin sırrı sizce nedir?
Dirimart’ın enerjisi büyük ölçüde sanatçı üretimlerinden, bu karşılıklı güven ve diyaloğun sürekliliğinden geliyor. Her yeni sergi, aslında bir öncekinin tekrarı değil, onunla konuşan ama ondan farklı bir öneri oluyor. Bu da galerinin sürekli yenilenmesini sağlıyor.
“Mevcut modele meydan okumak” bizim için büyük bir iddia değil, bir refleks. Çünkü sanatın doğasında zaten sorgulamak, dönüştürmek ve yenilemek var. Dirimart da bu anlayışla hareket ediyor hem kendi sınırlarını hem de izleyicinin alışkanlıklarını zorlamaktan çekinmiyor. Kısacası, 23 yıldır değişmeyen şey aslında değişime duyduğumuz inanç. Galeriyi canlı tutan da tam olarak bu. Bitmeyen bir merak, sürekli bir öğrenme hâli ve her dönemde yeniden tanımlanan bir vizyon.

Dirimart olarak sanatçı seçiminde ve program oluştururken hangi kriterlere öncelik veriyorsunuz? Bir sanatçının sizi etkilemesi için ne gerekir?
Dirimart’ın programı, yalnızca biçimsel olarak güçlü işlere değil, aynı zamanda kendi iç dünyasıyla, toplumsal bağlamıyla ve çağın meseleleriyle anlamlı bir ilişki kuran üretimlere odaklanır.
Ayrıca sanatçının pratiğinin zamana yayılan bir gelişme potansiyeli taşıması bizim için çok önemli. Galerinin misyonu yalnızca sanatçıyı temsil etmek değil, onun üretim yolculuğuna eşlik etmektir. Dolayısıyla biz bir “tek sergi”ye değil, uzun vadeli bir diyaloğa bakarız.
Dirimart hem tanınmış hem de yeni kuşak sanatçılarla çalışıyor. Bu iki grup arasında kurduğunuz dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Deneyimli sanatçılar Dirimart’ın omurgasını oluşturuyor, onların üretimleri galeriye hem düşünsel bir derinlik hem de tarihsel bir perspektif kazandırıyor. Genç sanatçılar ise, bu yapıya taze bir enerji, yeni sorular ve cesur denemeler getiriyor. Biz bu iki alan arasında hiyerarşik değil, diyalojik bir ilişki kurmaya çalışıyoruz.

Sizce yeni kuşak sanatçılar hangi konularda daha cesur, hangi alanlarda daha temkinli davranıyor?
Yeni kuşak sanatçılar bence özellikle ifade biçimleri ve disiplinler arası yaklaşımlar konusunda çok cesurlar. Teknolojiyle, gündelik hayatla ve kimlik meseleleriyle kurdukları ilişki son derece doğrudan; sınır tanımayan, özgür bir dil geliştiriyorlar. Bence bu kuşağın en güçlü yanı, sorgulamaktan korkmamaları. En temkinli oldukları nokta ise, belki de tam olarak bu sorgulamanın getirdiği belirsizliklerle baş etme biçimleri. Ama sanat zaten o belirsizliğin içinde gelişiyor.
Dirimart’ın yayıncılık ayağı olan RES Yayınları, galerinin düşünsel kimliğini nasıl besliyor?
Bizim için bir sergi sadece görsel bir deneyim değil, aynı zamanda bir fikir alanı. Yayıncılık, bu fikirlerin kalıcılaşmasını, tartışmanın yazılı bir zemine taşınmasını sağlıyor. Her kitap ya da katalog, o serginin uzantısı olduğu kadar, sanatçının pratiğine dair derinlemesine bir okuma da sunuyor. Bu sayede Dirimart yalnızca sergiler düzenleyen değil, sanat üzerine düşünen, yazan ve bu alandaki literatüre katkıda bulunan bir yapı haline geliyor. RES Yayınları, Dirimart’ın düşünsel tarafını görünür kılıyor; galerinin belleğini güçlendirip sanat tarihine kendi sessiz katkısını sunuyor.
Günümüz sanat ortamında dijitalleşme, üretimden koleksiyonerliğe kadar birçok şeyi dönüştürdü. Dirimart bu dönüşümün neresinde konumlanıyor?
Dirimart bu dönüşümün içinde, teknolojiyi çağın bir dili olarak kullanıyor ama her zaman sanatsal içeriğin ve fikrin önceliğini koruyor. Bizim için mesele, dijitalleşmeye uyum sağlamak değil, onu anlamlı bir bağlama yerleştirebilmek.

Türkiye’de koleksiyonerlik bilincinin son yıllarda geliştiğini görüyoruz. Sizce bu gelişim sürdürülebilir mi, uluslararası ölçekte nasıl bir potansiyel taşıyoruz?
Evet, son yıllarda Türkiye’de koleksiyonerlik bilinci belirgin biçimde olgunlaştı. Artık sadece estetik beğeniyle değil, üretimin arkasındaki fikirle, sanatçının pratiğiyle ilgilenen bir koleksiyoner profili görüyoruz. Bu da çok değerli bir dönüşüm.
Bu gelişimin sürdürülebilir olabilmesi için sanat piyasasının ötesinde, kültürel bir ekosistemin güçlenmesi gerekiyor yani müzelerin, bağımsız inisiyatiflerin, sanat yazınının ve eleştirinin de bu yapının içinde yer alması.
Uluslararası ölçekte ise Türkiye’nin ciddi bir potansiyeli var. Hem sanatçılarımızın üretim kalitesi hem de koleksiyonerlerin vizyonu açısından artık küresel sahnenin bir parçasıyız. Bu potansiyeli kalıcı kılmanın yolu, süreklilikten ve bilgi paylaşımından geçiyor. Koleksiyonerlik, aslında bir birikim meselesi olduğu kadar bir sorumluluk meselesi. Türkiye’de bu bilincin giderek güçlenmesi, sanatın geleceği adına umut verici.
Önümüzdeki yıllarda Dirimart’ın programında bizi nasıl yenilikler bekliyor? Yeni sanatçılar, farklı coğrafyalar veya yeni sergi formatları gündemde mi?
Dirimart şimdiye kadar olduğu gibi önümüzdeki süreçte de sanatçıların hizmetinde. Onlarla anlamlı projeler oluşturmaya devam edeceğiz, Uluslararası birçok sanatçının İstanbul’daki ilk sergilerine ev sahipliği yapacağız. Zaten New York, Köln, Dubai, Hong Kong, Seul gibi şehirlerde fuar katılımlarımız devam edeceği için bu var olduğumuz coğrafyaların çok ötesine geçme gündemimiz şimdilik yok.
Son olarak, bugünün genç sanat profesyonellerine -galericilere, küratörlere, sanat yazarı olmak isteyenlere- ne tavsiye edersiniz? Kalıcı bir yol kurmanın sırrı sizce nedir?
Sanat dünyasında kalıcılık, hızdan çok derinlikle ilgilidir. Yüzeyde kalmamak, gerçekten anlamak, okumak, düşünmek gerekiyor. Bu alanın temelinde tutku kadar sabır da var. Uzun vadede fark yaratan şey, bir çizgiyi istikrarlı biçimde sürdürebilmek ve her zaman öğrenmeye açık kalmak. Genç profesyonellere en büyük tavsiyem, anlamaya, okumaya ve düşünmeye zaman ayırmaları; süreklilik yaratacak projeler üretmeye odaklanmalarıdır.



















