Komşu coğrafyada, Balkanlar, Rusya, Ukrayna, Kafkaslar, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz ve Türkiye’deki günümüze özgü çağdaş sanat üretimi ve etkinlikleri yeterli bir iletişim, ilişki, iş birliği, alış-veriş oluşturuyor mu? Günümüzdeki çağdaş sanat değişkenleri açısından bu soruyu sormak her ne kadar gerekliyse de güncel siyasal, ekonomik, kültürel ve etnik çatışkılar bağlamında olumlu yanıtları vermek o denli güç. Türkiye’deki çağdaş sanat üretim ve etkinliklerinin bu sorunlu coğrafyada etkin ve sürdürülebilir olması da ayrıca dikkati çekiyor.
1980’lere kadar Modernizm sürecinde Batı Sanatı egemenliği karşısında bu bölgenin tamamı Üçüncü Dünya kültür ve sanatını temsil ediyordu; özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’deki üretim geçerli sayılıyordu. Bu coğrafya ile sanat ve kültür ilişkileri kolonyalist bir anlayışla ve resmi ilişkilerle düzenleniyordu. Ancak, Rusya, Balkanlar ve Türkiye’de kendi içinde Avrupa’daki sanat üretimleriyle rekabet edecek kavramsal, ilişkisel bir üretim de gerçekleşiyordu. 1960-1990 arasındaki bu içe dönük üretim yerel kalmış ve dahası yakın komşular arasında da bir bilgilenme, iletişim ve alışveriş gerçekleşmemiştir.
Moskova’da ve bazı Baltık ülkelerinde 1960’ların sonundan 1980’lerin sonuna kadar Moskova Kavramsalcıları ve “Düşünen Resimler” başlığıyla önemli bir kavramsalcı ve yapısökümcü üretim gerçekleşti. Ancak bu üretim o dönemde örneğin Türkiye’de bile tanınmıyordu. Siyasal ilişkiler bu tür bir bilgi alışverişini engelliyordu. Bu hareketin sanatçılarından Andrei Monastyrskiy (1949), Vadim Zaharov (1959), Erik Bulatov (1933), Yuriy Leiderman (1963), Sergey Mironenko (1959), Nikita Alekseev (1953-2021), Il’ya Kabakov (1933-2023), Vladimir Mironenko (1959), Nikolay Kozlov (1946) 1990’larda küresel ün kazandı. Türkiye’deki 1970’lerin sonunda başlayan kavramsal sanat hareketi ile Rusya’daki bu gelişmeler arasında iletişim ve ilişki kısıtlı olarak bireysel düzeyde 1990’larda başladı. 3. İstanbul Bienali’nde (1992) Vasıf Kortun’un Rusya’dan Küratör Victor Misiano ile işbirliği önemli bir başlangıçtı.
Yugoslav yeni-öncülük hareketi ve kavramsal sanat, 1970’ler ve 1980’lerde Slovenya (Kranj, Ljubljana), Hırvatistan (Split, Zagreb), Sırbistan (Novi Sad, Subotica, Belgrad, Ruma), Makedonya (Üsküp) ve Bosna-Hersek’in (Saraybosna) kendine özgü farklı kültürlerinden gelen grupların ve bireylerin çalışma ve etkinlikleriyle gelişti. AB’ye giriş sürecinde bu bölgeye yatırım gerçekleşti.
1976 Venedik Bienali’nde Yugoslavya Pavyonu küratörü Radoslav Putar (1921‐1994) Modernist sanat yerine ülkedeki bu öncü sanat hareketini temsil eden sanatçıları göstermek istedi; Ancak Putar’ın bu girişimi ülkeyi Venedik Bienali’nde temsil etmeleri için köklü Modernist sanatçıları tercih eden Yugoslav kültür yetkililerinin direnişiyle karşılaştı. Yugoslav yetkililer, ülkenin en eski ve en radikal kavramsal sanat pratiklerini sunmayı amaçlayan bu özgün ve ilerici küratörlük önerisini sansürledi. Bu sansür, Yugoslavya’nın Venedik Bienali’ne katılımının (geçici olarak) geri çekilmesine bile yol açtı. 1989 yılında 2. İstanbul Bienali’ne ilk kez Yugoslavya’dan küratör Evgenia Demnievska küratörlüğünde bir sergi davet edildi, Yıldız Üniversitesi Sabancı Kütüphanesinde sergilendi. 2009’da Hırvatistanlı koleksiyoncu Marinko Sudac, Balkanlar ve komşu ülkelerde geniş bir çalışma yaparak bu dönemin yapıtlarını topladı ve müzeleştirdi. Koleksiyonun bir bölümü 2008’de Kuad Sanat Galerisi açılışında sergilendi ve komşuda bu tür bir üretimin olduğu öğrenildi.
Komşularımız Ermenistan ve Gürcistan’da da Perestroika döneminde Post-modernizmin etkileri görüldü ve önemli sanat hareketleri gerçekleşti; ancak 2000’lere kadar onlarla sanat ve kültür ilişkilerimiz yok denecek kadar azdı; şimdilerde de canlı bir ilişki sürdürülmüyor. Ermenistan’da 1987’de Arman Grigoryan önderliğinde “3.Kat” adlı bağımsız hareket gerekli değişimlerin yolunu açtı. 1986’da Tiflis’te benzer bir girişim “10.Kat”adıyla Mamuka Tsetskhladze, Oleg Timchenko gibi sanatçılar tarafından kuruldu ve 2000’lere kadar etkili oldu.
Nihayet 2005 Mayıs’ında Bir Adalet Tüketimi başlığıyla Diyarbakır Kültür Merkezi’nde Türkiye ile kapsamlı bir buluşma ve sergi gerçekleşti, Erivan, Amman, Diyarbakır, İstanbul, Saraybosna, Kahire, Beyrut, Şam, Üsküp, Nikosia, Tahran, Lefkoşa, Tiflis’ten sanatçılar bir hafta Diyarbakır’da çalıştılar ve üretim yaptılar. 2007’de de Siemens Sanat Galerisi’nde küratör Mağda Guruli ile birlikte kapsamlı bir Gürcistan çağdaş sanatı sergisi gerçekleştirdik.
Bu bağlamda ilginç bir örnek 2008 Eylül ayında bugün turistik bir gezi bile yapılamayan Kırım Bahçesaray’da Han Saray Müzesinde (Bahçesaray Devlet Tarih ve Kültür Koruma Alanı) gerçekleştirilen bir sergidir; iletişim ve ilişkileri gündeme taşımayı amaçlayan olağan dışı bir girişimdir. Kırım’ın tarihsel halklarını temsil eden Yunanistan, Rusya, Ukrayna, Türkiye’den dört küratör Maria Tsantsanoglou, Olga Lopuhova, Oleg Bayshev ve ben Bahçesaray’a Tutuldu (Captivated By Bakhchisaray / Zacharovani Бахчисараєм / Plenennye Bahchisaraem / Αιχμαλωτισμενοι Στο Μπαχτσισαραϊ) başlığıyla Nikos Alexiou Elli Chrysidou, Babis Venetopoulos, Richard Whitlock, Murat Morova, Melih Görgün, Sıtkı Kösemen, Nazlı Eda Noyan, Aleksandr Gnilitsky, Maksim Mamsikov, Aleksandr Roitburd, Oleg Tisto, Nikita Alekseev, Vadim Zakharov, Konstantin Zvezdochetov, Andrey Filippov, Kharlampy Oroshakov’un özel olarak ürettiği işleri sergiledik.
Post-modernizm sürecinde durum değişmeye başlamıştı. AB ülkelerinin önde gelen küratör ve sanat eleştirmenleri bu kolonyalist yaklaşım ile hesaplaşmaya girişti; küreselleşme rüzgarlarını arkalarına alarak bu bilinmeyen sanat ortamlarını keşfetmeye başladı. Jean Hubert Martin 1989’da Paris Centre Georges Pompidou ve Grande halle de la Villette’de beş kıtadan geleneksel sanat üretimlerini çağdaş sanat üretimleri ile yan yana sergileyerek düzenlediği Yeryüzü Büyücüleri sergisiyle bu işin öncüsü oldu. Krakow’da 1991’de düzenlenen Sovyet egemenliği altındaki Avrupa’yı içeren Bilinmeyen Avrupa sergisi UNESCO ve AICA şemsiyesi altında Anda Rotenberg, Kim Levin gibi küratörlerle gerçekleşti. AB sanat ortamları böylece kolonyalist ideolojiden sıyrılma sürecine girdi ancak kültürel ilişkiyi siyasal ve ekonomik ilişkilerin genişletilmesinde bir araç olarak kullanmayı da sürdürdü. Bu süreçte Türkiye özellikle 1987’de başlayan bienalleriyle ana akım gündemine girerek bulunduğu coğrafyada ilişkilerin kurulmasında aracı oldu.
Bu yüzyılda da benzer zorluklarla karşı karşıya kalındığına ve bir süredir ilişkiler durgunlaştığına göre sanat ve kültür ilişkilerinin sürdürülebilir olması için nasıl bir çözüm bulunabilir? Özellikle Avrupa ve Asya arasındaki bu bölge, sürekli olarak siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel zorluklarla boğuşuyor. Yaratıcı insanların sanat üretimlerini öne çıkararak onların görüşlerine ulaşma girişimi, bu her dönemde çatışkılara sahne olan coğrafyadaki sanat ve kültür endüstrisinin mevcut durumunun, bölgenin kültürel politikaları ve altyapılarıyla ilişkili olarak geniş çapta dayanışmalı bir çalışmayla değerlendirilmesini gerektiriyor? Temel sorular şunlar olabilir: Sanatsal ve kültürel üretimler yeniden yapılandırılmış bir düzene doğru nasıl stratejilendirilir? İlgili sanatsal ve kültürel materyalin keşfi yoluyla kamusal bilgi ve eğitime nasıl müdahale edilir? Sanat ve kültür üretiminin yakın coğrafyalarda yararlı olmasında nasıl aktif bir pozisyon alınır?
Güncel araştırmalar, günümüz sanat ve kültür üretimi küresel etkileşim ve İlişkisel Estetiğe dayansa da bölgede kültür endüstrilerine ilişkin mevcut resmi ve özel kurumların hâlâ Modernist-Postmodernist yapılandırmalara sahip olduğunu göstermektedir. Buna karşın ekonomik gücünü kullanan, ancak yeterli bir özgür ifade sistemine sahip olmayan Arap dünyası, AB ve ABD kurumları ile iş birliği yaparak günümüze özgü çağdaş sanat sisteminin önde gelen kurumlarını ithal etti. 2010 İstanbul AB Kültür Başkenti sürecinde Arabistan Eşiği (Edge of Arabia) başlıklı 20 sanatçılı bir sergi Sanat Limanı’nda gerçekleşti, izleyici ilk kez bu sanatçıların üretimini görebildi.
Sanatçıların üretimleri küresel rekabette öne çıkarken, çağdaş kurum ve altyapıların resmi ve özel örgütlenme biçimleri, AB ülkelerindeki ilk kurum ve altyapıların ilerici sistemine kıyasla geri planda kalmaktadır. Müzeler ve çağdaş sanat merkezleri mimari açıdan gösterişli olsa da bu binalardaki küratörler ve yöneticiler siyasi ve ekonomik sistemde hak ettikleri statüyü elde edememekte; çoğu zaman özgür ve bağımsız da çalışamamaktadır. Ancak 1990’lardan bu yana çağdaş sanat üretimindeki içerik, biçim ve estetikteki önemli ilerleme ve zenginlik, bu bölgedeki sistem ve üretim kolları arasındaki uçuruma rağmen sanatçıların önemli ölçüde dirençli ve kararlı bir tavır sergilediklerini ortaya koymaktadır.
Bu yüzyılın çağdaş sanat üretiminin potansiyeli, yalnızca sözde “modern ve post-modern başyapıtların” sürekli artan piyasa değeriyle değil, aynı zamanda sanatçıların ve sanat ürünlerinin elektronik medya ve ağlar aracılığıyla sürekli dolaşımıyla da hızla gelişmektedir.
Günümüzde sanat ve kültür ürünleri, küresel ekonomik rekabette başarıyı belirlemekte ve dünyanın ekonomik ve politik kutuplaşmaları arasındaki sınırları kullanabilen iletişim ve bilgi alışverişini gerektirmektedir. Günümüzde sanat ve kültür ürünlerinin küresel ekonomik rekabette başarıyı belirlediği ve dünyanın ekonomik ve politik kutuplaşmaları arasındaki sınırları aşabilecek iletişim ve bilgi alışverişini gerektirdiği kabul edilmektedir. Akıllı ülkeler çağdaş sanat ve kültür sistemlerini ve politikalarını, çağdaş sanat ürünlerinin siyasal, ekonomik, toplumsal değerinin bilincinde olarak her zaman yeniden düzenliyor veya yeniden şekillendiriyor. Bizim bu dönemde büyük çatışkılara sahne olan bölgemizde, devlet denetimindeki kültürel altyapıların yeniden şekillendirilmesi ve bağımsız özel altyapıların kurulması, sanat ve kültürün uluslararası alanda tanınması ve yaratıcı bireye yatırım yapılması gibi kayda değer gelişmelere rağmen, bu henüz gerçek bir dönüşümü sağlayabilecek bir başarı değildir. Bölgedeki tüm uluslar, bu ürünlerin üretim koşullarını, mülkiyetini veya dağıtımını belirleyen küresel sistemin gereksinimlerine göre sistemi ve politikalarını yeniden şekillendirmek zorundadır. Tanımlamaya çalıştığım durağan ve iletişimsiz durumda hızlı ve sürdürülebilir bir gelişme için bölgedeki ülkelerin birleşmesini ve işbirliği yapmasını umut edelim.